Yapı Magazin
Kalekim Lyksor Kimya Genel Müdürü Bimen Kadiroğlu: Terzi Usulü Çözümlerimiz ile İhtiyaca Yönelik Üretim Yapıyoruz

Kalekim Lyksor Kimya Genel Müdürü Bimen Kadiroğlu: Terzi Usulü Çözümlerimiz ile İhtiyaca Yönelik Üretim Yapıyoruz

Yüzde 100 yerli sermaye ile kurulan Kalekim Lyksor Kimya, AR-GE çalışmaları ve kimya laboratuvarı ile sektöre inovatif ürünler sunuyor. Terzi işi çözümler ile sektörün ihtiyaçlarına yönelik özel üretim yapan Kalekim Lyksor Kimya, 20’den fazla ülkeye gerçekleştirdiği ihracat ile ülke ekonomisine de katkı sunuyor. Kalekim Lyksor Kimya’nın sektöre sunduğu inovatif ürünleri, AR-GE çalışmalarını ve depreme dayanıklı yapılardaki beton katkılarının önemini konuştuğumuz Kalekim Lyksor Kimya Genel Müdürü Bimen Kadiroğlu, depreme dirençli kentler için standartların acil olarak revize edilmesi gerektiğini belirtti. 

Kalekim Lyksor Kimya ile gerçekleştirdiğimiz ilk röportajımız. Bu nedenle röportajımıza başlamadan önce Kalekim Lyksor Kimya’nın İzmir Kemalpaşa’da bulunan üretim tesisinden ve AR- GE merkezinden konuşmak isteriz. “Terzi işi çözümler” mottosuyla sektöre sunduğunuz inovatif ürünlerinizden ve güncel AR-GE çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
2016 yılında yapı kimyasalları ve beton teknolojileri üzerine üretime başlayan tesisimiz 3600 m² kapalı alana sahip ve bünyesinde 5 adet reaktör bulunmaktadır. Sektöre sunduğumuz beton katkılarının hemen hemen yüzde 90’ın üzerindeki ham maddesini kendimiz üretmekteyiz. Beton ve çimento kimyasallarında ağırlıklı olarak kullanılan ham maddeler şu anda kendi know- how’ımız ile ürettiğimiz polikarboksilat eterdir. Şu anda üç adet polikarboksilat eterimiz bulunuyor. Bunlardan ikisinin patent başvurusu mevcut üçüncüsü için de yakın zamanda patent sürecini tamamlayacağız. Polikarboksilat eterlerden ilki Türkiye’deki bütün çimento ve agregalarla kullanılabiliyor. İkincisini yoğunlukla ihracatımızın da bulunduğu Afrika için tasarladık. Üçüncüsü ise daha çok prefabrik sektörü için kullanılıyor. 
Ayrıca ihtiyaçlarımızı karşıladığımız bir AR-GE merkezimiz ve kimya laboratuvarımız bulunuyor. Kimya laboratuvarında sahadaki reaktörün küçük ölçekli bir modeli mevcut. Biz “Terzi usulü çözümler” mottomuz ile Türkiye’deki malzemelere uygun bir polikarboksilat üretimine başladık. Kısacası fabrika tesisi yapılırken bünyemizde bulunan laboratuvar reaktörü ile Türkiye’deki bütün çimentoları alıp inceledik. Böylece bir yandan coğrafyamıza özgü üretim yaparken bir yandan da dersimize çalıştık ve polimeri optimize ettik. Dolayısıyla Türkiye’de Kalekim Lyksor Kimya bugün sıralamalarda ilk 3 ya da 4’te yer alıyorsa bunun en büyük nedenlerinden biri coğrafyamıza göre geliştirdiğimiz ham maddelerimizdir. Geliştirdiğimiz ve patent başvurularımızın devam ettiği ürünlerden biri de şekerden sentezlediğimiz tamamen yerli ham maddeleri kullandığımız Ligno sülfonatın muadili olan bir üründür. Bu ürünümüzün ismi LYKSOR PM43’tür. 
Kalekim Lyksor Kimya olarak yoğun talep görmemizin nedeni teknolojimizin, çözüm ortaklığımızın, teknik hizmetlerimizin ve satış sonrası servislerimizin kalitesidir.
Başarının anahtarlarından birinin de öngörü olduğunu düşünüyorum. Konvansiyonel betonlarda polikarboksilatların kullanımı Türkiye’de ilk kullanımı 2000’li yıllarda başladı. O dönemlerde geleceğin bu ürünlerde olduğunu düşünüyordum ve şu anki know- how’ımız da bu öngörüye dayandırdık. Yüzde 100 yerli sermayeli Kalekim Lyksor Kimya A.Ş. bugün bu teknoloji ile üretim yapabiliyor ve yaklaşık 20 ülkeye gerçekleştirdiği ihracat ile bir yandan da ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Yakın zamanda bir deprem felaketi yaşadık. Beton birincisi çok heterojen ikincisi ise çok ağır bir malzeme. Bundan dolayı gelecekte kendinden yerleşen lifli hafif betonun popülerliğinin geleneksel betona göre fazla olacağını düşünüyorum. 
“Yüksek mukavemetli betonlarda sünekliğin sağlanması için inovatif çözümlerden biri de makro sentetik fiberler”
Hafif betonların kimyasallarla çözülmesi mümkün. Bunlar doğal malzemeler ve suni kimyasallarla olabilir. Ponza, patlatılmış perlit, genleştirilmiş kil gibi malzemeler örnek olarak verilebilir. Oldukça yaygın kullanılan bu ürünler endüstriyel alanlara da girmiş durumda. Çok katlı yapılarda da kullanılan bu malzemeler bazı mühendislik sorunlarını da beraberinde getiriyor. Aslında mühendislik bir sorunun çözümü anlamına geliyor ve biz bu sorunlarını çözümü gerçekleştirebilecek teknik alt yapıya sahibiz. Yüksek mukavemetli betonlarda sünekliğin sağlanması için inovatif çözümlerden biri de makro sentetik fiberler. Beton mukavemeti arttıkça gevrekleşen bir yapı malzemesidir. Hafif betonların elastik modülleri düşüktür, çok gevrek kırılırlar. Yapı sektöründe gelecekte kullanılacak yüksek mukavetli betonlarda gevrekliğin azaltılması için liflerin kullanımı yaygın olacaktır. Kalekim Lyksor Kimya olarak bizler de makro sentetik fiberler ile sektördeki bu ihtiyaca inovatif çözümler sunuyoruz.
Beton ve çimento katkılarında gündem maddelerinden birini sürdürülebilirlik ile çevreye duyarlı ürünler oluşturuyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı, Paris İklim Anlaşması ve “Yeşil Kalkınma Yolunda Türkiye” gibi çalışmalarla çeşitli zorunluluklar gündeme geliyor. Hayata geçirilen düzenlemeler çimento ve beton katkıları alanını nasıl etkiler? Kalekim Lyksor Kimya olarak benimsediğiniz sürdürülebilirlik ve kalite politikaları nelerdir?
Şu anda son 10 yılın en çok gündeme gelene konularından biri sürdürülebilirlik… Biz çimento ve beton katkı üreticileri olarak bu konuya en çok destek veren kuruluşlar arasında yer alıyoruz. Kalekim Lyksor Kimya olarak ürettiğimiz çimento kimyasalları ve beton kimyasalları ile daha az karbon salınımına hizmet vermekteyiz. Her ürettiğimiz çimento kimyasalı daha az enerji ile en yüksek kapasiteyi arttırırken her ürettiğimiz beton kimyasalı da standartların belirlediği minimum çimento dozajlarıyla mühendislerimizin istediği ve gereken mukaveti vermektedirler. Kalekim Lyksor Kimya olarak sürdürülebilirlik ve çevre dostu ürünler için bütün standartlara sahip ve sürdürülebilirliğe zarar verecek malzemeleri kullanmamaya özen gösteriyoruz. 
Günümüzde hem pratikte hem de ilgili standartlarla kimyasal katkılar, betonun vazgeçilmez bir bileşeni haline gelmiştir. Son gelişmeler de göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de en çok kullanılan katkılar nelerdir? Beton katkılarının, kullanıldığı alanlarda maksimum mukavemet, dayanım ve geçirimsizlik noktasında sağladığı avantajlardan bahseder misiniz?
Standartlar özelinde konuşmak gerekirse TS EN 934/2 dediğimiz bir standardımız bulunuyor. TS EN 934-2 standardında en sık kullanılan akışkanlaştırıcılar Çizelge 3.1- 3.2 ya da 11.1 – 11.2 olarak belirtilen akışkanlaştırıcı sınıflarıdır. Bu standartlar betonda kullanılan kimyasal katkıların tariflerini ve özelliklerini kapsar. Betonda kullanılan çimento hidrolik bir bağlayıcıdır. Reaksiyona geçmesi ve hidrate olabilmesi için yaklaşık çimento miktarının yüzde 23 civarında suya ihtiyacı vardır. Fazla olan su ise dayanımda ters etki gösterir. Akışkanlaştırıcılar da bu ihtiyaca çözüm olarak üretilmiştir. 
Akışkanlaştırıcıların çıkış öyküsü de bu şekilde başlamış ve 1900’lü yılların başlangıcı betonun içine eklenen fazla suyun betonun mekanik özelliğini düşürdüğünü keşfetmişler. Bu süreçte hem akışkanlık sağlayacak hem de betonun mekanik özelliklerini koruyacak bir katkı arayışına girmişlerdir. Mekaniği korumak isteyen bilim insanları 1900’lü yılların başında şekerin akışkanlaştırıcı özellik sağladığını keşfetmişler. Böylece şeker ve ligno sülfonatlar, kullanılmaya başlanmıştır. Daha fazla su kesme ihtiyacından da yola çıkarak ligno sülfonatın yaklaşık karışım suyunun % 15’i kadar su azalttığını deneyimlemişler. Böylece betonun mukavemeti daha da artmış. Zaman içinde 1990’lı yılların başına kadar sırasıyla melamin sülfonatlar ve naftalin sülfonatlar geliştirilmiştir. Kalekim Lyksor’un da mottosunda yer aldığı gibi “her şey ihtiyaçtan doğar.” Naftalin formaldehit ya da melamin sülfonat o dönemlerde %25- 27’lere kadar su kesiciliği sağlamış. Böylece daha yüksek mukavemetli betonlar için daha yüksek oranda su kesen ve akışkanlık veren ürünler geliştirilmiştir. Daha yüksek mukavemetli betonlar ise çok katlı yapıların önünü açmıştır. Japon bilim insanları da Japonya’nın deprem kuşağında olması nedeniyle çok daha yüksek mukavetli betonlara ihtiyaç duymuşlardır. Bundan dolayı da 90’lı yılların ortalarına doğru polikarboksilat kökenli akışkanlaştırıcılar geliştirdiler. Polikarboksilatlar %40- 45’e kadar su kesebilme özelliğine sahiptirler.  Bugünlerde pompalanabilir bir C100  ya da C300 olabilecek bir  UHPC ( ultra high performance concrete ) betonunun üretildiği bir teknolojiden söz edebiliyoruz. 
Kahramanmaraş merkezli olan ve 11 ili etkileyen depremle birlikte Türkiye, tarihteki en büyük felaketlerden birini yaşadı. Meydana gelen depremler sonucu yeni ve eski fark etmeksizin binlerce yapının hasar aldığı tespit edildi. Deprem için gereken ya da başka bir deyişle depreme dayanıklı yapılarda kullanılması düşünülen betonun sahip olması gereken standartlar ile durabilite ve dayanım özellikleri nelerdir?
Betonla ilgili TS EN 206+A2 standardında ve bu standartın uygulanmasına yönelik tamamlayıcı standart olan TS EN 13515’de aslında her şey çok net. Bu standartlarda betonun üretiminden taşınmasına, yerine yerleştirilmesinden kürlenmesine kadar uyulması gereken kriterler ve gerekli detaylar belirtilmiş. Son yaşadığımız depremlerde sadece betonun ya da demirin yeterli olmadığını gördük. Yeterli olmayan şeylerden biri de işin proje süreci. Bir yapının binanın kütle merkeziyle rijitlik merkezinin kesiştiği nokta birbirine olabildiğince yakın olmalıdır. Son meydana gelen depremde örneğin Hatay’da yıkılan binanın birinde yapı tek tarafa yıkıldı. Burada sorunun sadece malzemeden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Projenin başlangıcından finalize edilmesine kadar sistemin her aşamasında çok iyi kontrol edilmesi gerekiyor. Zeminden itibaren “donatı sıklaştırılması tam yapıldı mı, etriyeler doğru bağlandı mı, çirozlar tam atıldı mı?” hepsinin kontrol edilmesi gerekiyor. Ardından demirlerin de doğru bağlandığından emin olduktan sonra kalıbın doğru çakılması ve beton denetlenmesi yapılmalı. Kısacası doğru bir yapı denetim kontrolü ile hatalar da ortadan kalkıyor. Proje, beton ve demirin doğru uygulandığından emin olduktan sonra yeni şartnameyle birlikte yıkılabilecek bina olduğuna inanmıyorum.
“C25’ten sonraki bir betonun akışkanlaştırıcı mukavemet sağlayıcı dediğimiz 934 -2, katkılar olmadan üretilmesi mümkün değildir.”
Katkı maddesinin kullanım bilinci son zamanlarda çok gelişti ama bu ülkede hâlâ katkı maddesi ekstra bir maliyet gibi görünüyor. Depremlerde de maalesef bunu gördük. Bir uzman ve önemli bir katkı maddesi üreticisi olarak tüm bunlara ilaveten neler söylemek istersiniz?
Katkı malzemelerinin önemini ne yazık ki depremleri yaşayınca anlıyoruz. Ama buna rağmen Türkiye’nin bazı illerinde dökülen betonlarda ne yazık ki katkının ekstra bir maliyet olduğu şeklindeki anlayış devam ediyor.
Bugün Amerika ve Avrupa’daki 250 – 300 yıl betonarme ömründen bahsediliyor. Şu an Türkiye’de en yüksek beton ömrü 50 yıl olmasına rağmen bu yapıların çoğu 50. yılını doldurmadan depremlerde hasar görüyor veya yıkılıyor. Bir mühendislik binasını konuşurken 100 yıl ömürden bahsediyoruz. Ancak bu yapıları tekrar yıkmanın maliyetini de biliyoruz. Neden yapılarımızın ömrü 100 yıl olmasın? İnsanların ölmediği, sağlıklı yaşadığı, bir kere yaptığımızda gözümüzü arkada bırakmayacak 100 yıl sonra artık sıkıldığımız için yıkıp yenisini yapacağımız binalar neden olmasın? Dilerim bir gün bu bilinç seviyesine ulaşırız. 
İnşaat mühendisleri betonarme hesabı yaptıklarında o betonun dayanım sınıfına göre hesap yapıyorlar. Beton üreticisinin o dayanım sınıfında verdiği beton, TS EN 206+A2 standartına uygun olmak zorunda.  Bugün İzmir bölgesinde taşıyıcı bir sistem için en düşük C30 sınıfında beton dökülüyor. Ama yeni çok katlı yapılarda C50 sınıfında betonlar çok rahat bir şekilde dökülebiliyor. Bu dayanım sınıfının yakalanması için beton üreticilerinin üzerine düşen görevler var. Proje C50 ile çözülmüş, müteahhit firma C50 betonu, beton üreticisinden talep ediyor. Beton üreticisi o betonu üretebilmesi için mutlaka kimyasal katkı kullanması gerekiyor. Artık günümüzde C25’ten sonraki bir betonun süperakışkanlaştırıcı dediğimiz katkılar olmadan üretilmesi mümkün değildir.  
“Sodyum glikonat türevi ürünümüzün patent başvurusunu SG 502 adıyla yaptık ve ürünümüzü sektöre kazandırdık”
Beton söz konusu olunca işin içine dâhil olan çimento gibi, agrega gibi etmenler var. Dayanım söz konusu olduğunda kirli agregaların temizlenmesi gerekliliği de ortaya çıkıyor. Burada da yapı kimyasalları devreye giriyor. Kalekim Lyksor’un bu ihtiyaca çözüm sunan ürünleri de bulunuyor. Bu ürünlerin özelliklerinden bahseder misiniz? 
Agrega üretimi de belirli standartlara tabiidir. Kirli agrega hem daha fazla su ihtiyacı doğuracaktır hem de reolojik sıkıntılar getirecektir. Örneğin betonun kil oranı yüksek agregalarla dökülmesi, betonda çatlamalara sebep olur. Genelde “metilen mavisi” denen bir deney yöntemi vardır. Metilen mavisi deneyi, ince agregadaki kirlilik düzeyi hakkında fikir veren bir deneydir. Genelde hazır beton üreticisi firmalar metilen mavisi değerini maksimum 1,0 olarak talep ederler ve bu değerin üzerinde metilen mavisi değerine sahip ince agrega istemezler. Fakat bazı durumlarda kullanmak zorunda kalındığında Kalekim Lyksor Kimya olarak zorlu kirli agregalar için geliştirdiğimiz bazı kimyasallar vardır. Aslında bakarsanız şeker türevi bazı malzemeler, kirli agrega olduğu zaman daha opsiyonel olur. Kirlilik miktarı yüksek agregalarda şeker oranı fazla olan kimyasal katkılar daha rantabl çalışırlar. Bizim bu konuda geliştirdiğimiz sodyum glikonat türevi bir ürünümüz mevcut. Ürünümüzün patent başvurusunu SG 502 adıyla yaptık. Kıvam koruyucu, aynı zamanda priz geciktirici bir ürün. Bu ürünün kirli agregalarda çalışabilirliğini, kirli agregaların işlenebilirlik ve mukavemete olan negatif etkilerini tolere edici özelliğini gördük. Bu ürünü geliştirdik ve sektöre kazandırdık. Ayrıca kendi ürünlerimizde de kullanıyoruz. 
 Ancak bu tür ürünlerin bulunması kirli agregaların kullanılabileceği anlamına gelmemeli. Kirli agregaların kullanılmaması gerekir. Kimyasallarla yüksek mukavemet elde edilse bile kirli agreganın getirdiği reolojik problemler olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi kil oranı yüksek agregalar betonlarda çatlamalara neden olabiliyor. Beton içinde kil oranı yüksekse yani killi agrega varsa, o beton suya maruz kaldığında içeriğindeki kil şişecek, ardından beton bünyesindeki suyu kaybettiğinde kil büzülme tepkisi gösterecektir. Kilin büzülme davranışı, betonda çatlakların meydana gelmesine sebep olur. Biz bu çatlaklara “Büzülme çatlağı” adını veriyoruz. Bir beton çatladığında, içine agresif sular girebilir. Bu durum donatıda korozyona ve mukavemetin kaybedilmesine sebep olabilir. Bu durum da yapının ve/veya yapı elemanının dayanım ve dayanıklılığına olumsuz etki edecek ve servis ömrünü kısaltacaktır.
Bildiğiniz gibi Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelik ile birlikte deprem bölgelerinde inşa edilen yapılara belirli standartlar getirilmişti. 6 Şubat tarihinde yaşadığımız ve büyük bir yıkımın meydana geldiği deprem sonucu beton standartlarında bir revizenin meydana geleceğini düşünüyor musunuz? 
Standartlarla ilgili yeni bir düzenleme kesinlikle gelmeli. Özellikle afet bölgelerinde oldukça yaygın kullanılan konsol çıkmaları komple kaldırılmalı. Bu kültürün tamamıyla değişmesi gerekiyor çünkü konsol çıkmaları güvenli yapılar için en önemli parametrelerden biri. Değişmesi gereken bir diğer parametre ise zemin. Bu noktada zemin mekaniğine özellikle dikkat edilmeli. Hatay’da ortaya çıkan zemin sıvılaşması, depremde yaşanabilecek en kötü durumlardan biridir. Zemin sıvılaşmasının olduğu yerde deprem frekansı da farklı oluyor. Depremin kayalık bir zemindeki frekansıyla killi, siltli, alüvyon zemindeki frekansı aynı değil. Buralarda yapı daha çok titreşime maruz kalıyor. Dolayısıyla bu sistemi daha stabil hale getirmeli ve binaya ekstra yükler verecek konsol çıkmalarından vazgeçmeliyiz. 
Bugün deprem haritasını incelediğimizde şu anki deprem bölgesi birkaç fayın kesişim bölgesi. İstanbul da deprem bölgelerinden biri. Bu depremler fay hattının geçmediği Ankara, Konya’yı bile etkiliyor. Biz deprem ülkesiyiz ve bütün ülkede kararların bu doğrultuda alınıp uygulanması lazım. Meslek odaları, yapı denetim kuruluşları ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile çok sıkı bir çalışma içinde. Kurallar hızlı bir şekilde değiştirilecek ve daha katı olacak. 
“Depreme dayanıklı yapılarda beton sınıflarının yanı sıra yüksek katlı yapılardan da kaçınmamız gerekiyor”
Betonun çok yüksek mukavemetli olması her zaman iyi olacağı anlamına gelmiyor. Çok yüksek mukavemetli betonlarda rijitlik sıkıntısı mevcut. Ben biraz daha süneklik olması taraftarıyım. Bence bir yapıda C30 ve C40 arasında bir beton dayanıklı yapılar için yeterli olacaktır. Bir işi teorik olarak yapabilirsiniz ama bu işin bir de endüstriyel olarak üretimi var. Bunun da getireceği birtakım sıkıntıları olacaktır. Her bölgede yüksek mukavemetli betonu üretebilir miyiz? Bu soruyu da sormak gerekiyor. Bu noktada sadece katkı değil, çimento, agrega ve işçilik de önem taşıyor. Bence deprem bölgelerinde C35, betonarme kesitleri rahatlıkla kurtarabilecek düzeydedir. Bu nedenle çok yüksek mukavemetli betonlar düşünmemek gerekir.
Betonarme standardı değiştikten sonra çok katlı yapılara olan taleplerimizden de vazgeçmemiz gerekiyor. Bizim yatay mimari projeleri yapabilecek çok iyi mühendislerimiz var. Yüksek katlı bir bina çok iyi dizayn edilebilir fakat 50. katta bir kolondaki en ufak hatada yapı malzemesi en hassas yerinden kırılır. Zemin katta uygulanılan bir mühendislik kalitesinin 50. katta da aynı kalitede uygulaması gerekir. Teoride geçerli olan her şeyi uygulayamazsınız. Bu yüzden en azından bu coğrafyada fazla riskli yapılardan kaçınmamız gerekiyor. Avrupa kıtası neredeyse tek bir rijit yapı üzerine kuruludur. O yüzden Avrupa’da deprem olmaz. Ama ülkemiz öyle değil. Bu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor. Bizim riskli yapılara girmememiz lazım. Bir de zemin mekaniğine inanmamız ve bu gerçeği hafife almamamız gerekiyor. 
“Betonda yorulma önemli bir kavramdır ve malzemenin bütün kalite sertifikalarına sahip olması gerekir”
Tabi sadece beton sınıfının yüksek olması tek başına yeterli bir kriter değildir. Buradan hareketle beton sınıfı ve kalitenin yanı sıra, binanın statik hesabı, doğru malzeme seçimi ve uygulanmasının maksimum mukavemet için önemi nedir?
Yapı bir bütün ve mühendis bütün olasılıkları düşünmek zorunda. Yapı elemanlarında yorulma olmadığında ve yapıya herhangi bir deprem kuvveti etki etmediğinde  her bina ayakta kalır. Yapı elemanlarında meydana gelebilecek olan yorulma etkisini de göz önünde bulundurup ona uygun şekilde dizayn yapılmalıdır. Uygun dizayn ve tasarım için elbetteki kullanılan malzemelerin yeterli kalitede olması gerekmektedir. Yorulma, malzemede önemli bir kavramdır. Betonarme elemanlarda yorulma durumunda yıllardır performans gösteren beton daha fazla yük çevrimine dayanamaz ve servis ömrünü tamamlayamadan çökme meydana gelebilir. 
Bir çözüm olarak standartlar mutlaka revize edilecektir ama bir çözüm arkasından başka bir problem getirmemelidir. Yeni yönetmeliklerde binanın kullanım amacına göre değişiklik gösteren ve deprem yükü hesabında dikkate alınan bina önem katsayıları da yer almaktadır. Bundan dolayı bir okul veya hastane ile bir apartmanın yapımında kullanılan malzemelerin seçimi ve yapı elemanlarının dizaynı aynı olmayacaktır. Örnek vermek gerekirse; bir apartman inşaatında kullanılacak demir kesitiyle hastane inşaatında kullanılacak demir kesiti, kolon ebatları aynı olsa bile farklılık göstermelidir. Bir okulun, bir hastanenin depremde yıkılmaması gerekir. O binalarda kullanılan betonun ve demirin kalitesi yapı elemanlarının kesitleri deprem anında binanın emniyetini sağlayacak yeterlikte olmalıdır. 
Bu tarz binaları yapan müteahhitlerin çoğu donatılarda demiri gerektiğinden çok daha fazla kullanırsa, bu sefer beton uygun şekilde yerleşemez. Beton ve demir arasındaki aderans iyi olmalı ki, betonarme sistemi görevini yerine getirebilsin. Beton ve yapı dizayn edilirken standartlar bunun da önünü açmalıdır. Kesite istediğiniz kadar demir donatı yerleştirin, eğer beton uygun şekilde yerleştirilip donatı ile aderansı sağlanmazsa betonarme sistemi çalışmayacaktır.  Denetim mekanizması da buna göre işlemelidir.
“HYDROPLAST ®  CN ürünümüz klor difüzyonunu engelleyerek yapıları güven altına alıyor”
Yapılarda meydana gelen korozyon yapı güvenliğini tehdit ediyor. Depreme dayanıklı yapılar için beton üretilirken farklı katkıların kullanımını da önem taşıyor. Özellikle, betonun kolay ve boşluksuz yerleşmesini kolaylaştırmak amacıyla betona fazla su ilave etmek yerine akışkanlaştırıcı-süper akışkanlaştırıcı katkılar kullanılabiliyor. Temel betonlarda geçirimsizlik türü katkıları akışkanlaştırıcı katkılara ilaveten kullanmak korozyonu nasıl etkiliyor?
Bir betonun ana teknik terimi su/ çimento oranıdır. Su/ çimento oranı 0.50’nin altında olan bir beton, tasarımı güzelse, ince malzemesi yeterliyse teorik olarak geçirimsizdir. Biz burada daha geçirimsiz ve kontrollü bir beton elde etmek için yalıtımlı beton dediğimiz ürünler üretiyoruz. Su geçirimsizliği ile birlikte, en önemli parametrelerden biri klor geçirimsizliğidir. Kalekim Lyksor olarak bununla ilgili üniversitelerden sertifikalar aldık. Beton su ile temas etmese bile hava ile meydana gelen klor difüzyonu varsa orada korozyon meydana gelir. Bizim geliştirdiğimiz HYDROPLAST ® CN ürünümüz, yapının suya maruz kalmayan bölümlerinde bile klor difüzyonuna karşı geçirimsizliği sağlıyor ve yapıyı güven altına alıyor.
Geçirimsiz betonlara ekstra olarak kristalize esaslı geçirimsizlik katkıları betonu daha güvenli hale getirir. Ama bir mühendis olarak “Bu uygulama sayesinde yüzde 100 geçirimsiz bir beton elde edebiliriz” demek doğru olmaz. Betonu yerine yerleştirirken demirin pas payı gibi etmenlere dikkat etmek gerekir. Sadece betona katkı koymakla tamamen geçirimsiz bir beton elde edilemez. Yine de yalıtımlı dediğimiz betonlarla birlikte bohçalama gibi su yalıtım uygulamaları da olmalı. Bir mühendis olarak kendi yaptığım binada da ilave su geçirimsizlik katkımı kullanmama rağmen kesinlikle su yalıtımı ve bohçalama yaparak yapının temelini güven altına alırım. Yalıtımlı betonlar bu noktada tek başına çözüm değil. 
Beton heterojen bir malzemedir ve yapı en hassas yerinden kırılır. Temel betonunu örnek vermek gerekirse, 1000 metrekare alana betonu dökerken teorik olarak hiç hata yapmadan dökmeniz imkansızdır. Beton çok iyi olsa ve su geçirimsizlik katkısı da kullanılsa pas payı yeterli değilse o beton suyla temas ettiğinde problem ortaya çıkacaktır. 
Son olarak eklemek istedikleriniz var mıdır?
Biz her şeyden önce mühendisiz. Teknik birim haricindeki diğer bütün çalışma arkadaşlarımız da bu misyonla çalışıyor. Özellikle son yaşadığımız deprem de dahil olmak üzere her 3-5 yılda bir felaketlerle karşılaşıyoruz. Artık ders çıkarmaktan ziyade radikal kararlarla artık mutlu olabileceğimiz güvenle oturabileceğimiz yapılar inşa etmemiz gerekiyor. Burada da Kalekim Lyksor Kimya olarak elimizden geleni ülkemiz için, bu coğrafya için yapmaya hazırız. Kalekim Lyksor Kimya üretecek, ürettikçe katma değer sağlayacak. Neden ülkemizde bu işi yapan yerli marka yok diyerek çıktığımız yolda bugün Türkiye’nin en büyük firmalarından biriyle ortaklığımız oldu. Yaptığımız işin ne kadar katma değerli ve sürdürülebilir olduğunu bir kez daha göstermiş olduk. Lyksor ayda yaklaşık 7 bin ton ürünle 20’ye yakın ülkeye ihracat yapan Türkiye’de birçok projeye ve firmaya çözüm ortağı olan bir firma. Ben sizin vasıtanızla da bütün çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. 









Etiketler:

Kalekim Lyksor Kimya, Lyksor Kimya fabrika, AR-GE, kimya merkezi, Kalekim Lyksor Kimya Genel Müdürü Bimen Kadiroğlu, beton, çimento, beton katkıları,

Paylaş:
İLGİLİ İÇERİKLERE GÖZ ATIN
Our site uses cookies. Learn more about our use of cookies: cookie policy

Sign Up for Our Newsletter